Sanat Eleştirmeni Ümit Gezgin

"Bir portre var etmek, bir dünya inşa etmeye benzer. Kendine özgü; bütün kuralları ve gerçekleriyle yeniden tanımlanmış bir dünya. Ve, sadece tanımlayanın gerçekliğine bağlı, alabildiğine kurmaca ve özgün bir dünya. Portre; ister otoportre olsun, ister portre; gerçekliği ‘saklı yüz’de ortaya çıkarma realitesi olarak karşımızda belirir. Karşımızda; bize bakan, bir ‘bakış kültü’ olarak durur en başında ‘portre’. Bunun otoportre veya portre olması bir şeyi değiştirmez. Sadece yanılsama estetiğini bildik kılar. Dünyayı estetize ederken ressamın, başkasının yüzünde aradığı saklı gerçek, kendi yüzüne, yüz formunda saklı dünya coğrafyasına, kültürüne, değerlerine doğru plastik bir yolculuğa çıkarken; aynı zamanda, hayatta durmaksızın insanların form, mekan, gerçeklik maskelerini sıyırmakla geçirmiş ve bunu yüksek ayar bir yaratım kabul etmiş sanatçının; kendi yüzüyle karşılaştığında yaşadığı travmayı da dile getirir. Bu nasıl bir travmadır? veya yüz, özellikle sanatçının kendi yüzüyle ilk kez ve kendi sanatı aracılığıyla karşılaşması, kendi yüzündeki maskeyi indirmeye ve onu plastize etmeye çalışması nasıl bir ilginç buluşma ve onun sonrasında gelişen döngüdür? Bu her otoportrenin gizli şifrelerinde saklıdır. Unutmayalım ki şifreler tam çözülmez; özellikle şifre koyucuların unuttuğu şifreler.. Şifreler çözüldükçe başka şifreleri doğurur. Bu otoporte ise daha da içinden çıkılmaz bir şifreye dönüşür. Portre ve otoportre tarih boyunca, ister fotoğraf olarak algılansın ister ‘yüz’ realitesinin şifresini çözmeye yeltenen bir estetik olsun; hep cazip ve o oranda da tedirgin edici olmuştur. Aslında bu tedirgin edici estetik de onu vazgeçilmez kılmamış mıdır... Sonuç şu; herkes kendi portresini arar; bu çoğu kere başkasının yüzünde çıkılan bir yolculuk gibidir; oysa portredeki hayalet insanın kendi yüzünde saklıdır. Onu bulmak için aramak da yüksek bir cesaret ister..." Ümit Gezgin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder